İstanbul Bizi Dinler

Puslu gözlerle bakıyorduk şehre. Şehir ayaklarımızın altındaydı. Bir muammanın belirlediği çizgide hayal üstüne hayal kuruyorduk. Şehre bakıyorduk; uzun uzun ama soluksuz,kimsenin göremediği çizgide, kimsenin işitemediği sessizlikle; bilemediğim sorularla ve bu adam kim dediğim benliğimle bakıyorduk şehre. Bu sefer farklıydı şehir; farklılaşmaya çalışıyordu, sanki canlı bir tablodan çıkan cansızlar gibi hareketli; ama bu havayı soluyunca kendinden geçen bir şair gibi kıvranıp duruyordu. Kızanları bağıranları duyuyordum. Acıyordum onlara, acıyor ve üzülüyordum. İçimde merhamet duygusu kabarıyordu.

Aslında onlar şehre değil de şehrin onların içinde yarattığı kasvete küfrediyorlardı. Şehrin kaderlerine müdahale etmesine kızıyorlardı. Şehir bir muammaydı, insanlar ondan da muamama. Bu muammada ne varsa işte ben ordaydım, işte ben seni o muammada bulmuştum. Şimdi oturmuş şehrin sol tarafında, ayaklaımız uçurumda birbirimizi seyrediyoruz. Aslında birbirimizi değil bizi biz yapan o şehri seyrediyoruz. O ağlamaklı gözlerinde parçalanan Haliç'i ayaklarının altında kalan istanbul'un topraklarını seyrediyorum. Sen olduğun için bu şehri bu uçurumu seviyorum, sen olduğun için bu şehirdeki tüm insanları seviyorum. Beni hep korkutan tabancaları, mezarlıkları bile seviyorum.

Şehrin ışıklarında ağlıyor yine gözlerin. Sen ağladıkça kül rengi bir kartpostala dönüşüyor İstanbul. Sen ağladıça o kül rengi kartpostalda beni hep korkutan tabancaları, mezarlıkları görüyorum. Tahammül edemiyorum bu duruma. Kül rengi kartpostalı beyaz bir zarfa yerleştirip, yorgun bir güvercinle yolluyorum. Uzun uzun el sallıyorum güvercine sanki bir daha gelecekmiş gibi.

Akşam koyulaşıyor, denizin yorgun dalgaları sahile vuruyor. Uzun uzun bakıyorsun dalgalara. Aslında dalgalara değil de seni alıp götüren bu şehre bakıyorsun.

Gitmek istiyorsun artık; çünkü korkuyorsun. Bu şehir ikimize fazla diyorsun. Bense seni dinlemiyor, ağladıkça yanağının kenarında beliren o çukuru seyrediyorum. O çukurda geçmişini, çocukluğunu görüyorum.

Boşluğa çizilen bir resim gibi bakıyorsun artık. Sanki ayrılığın resmini yapmak istiyor da yapamıyor gibisn. Bu boşlukta afallıyor ve kaybediyorsun beni ve İstanbul'u... Elinde o yorgun güvercinden aldığın kartpostalla geri gelmiyeceğini bilerek sonsuz bir özlemle bakıyorsun gözlerime.

İşte o zaman anlıyorum, bütün kartpostalların neden bu kadar hüzünlü olduğunu. O zaman bu kartpostal da bu şehirde, bizim aşk için büründüğümüz son kimliğimiz olsun.

ELVEDA.

İPEK AĞLAMAZ