Üçüncü Mutluluk

Yağmur damlalarının cama her düşüşünde bıraktığı o ses ve her bir damlanın yavaş yavaş pürüzsüzlüğe karşı koymadan akıp gidişi. İstanbul’da doğanın tüm çıplaklığıyla insanlara sunduğu o buğulu hava vardı. Gri bulutlardan düşen, bazen sıklaşan, bazen birkaç damla halini alan yağmur tanecikleri… Kimi zaman insanın iliklerine kadar etkisini gösteren, kimi zaman hoşa giden tatlı bir esinti, rüzgâr, ağaçların o ince dallarındaki son yaprakları da alıp götürmek için kendini gösteriyordu. Su birikintilerinin içindeki sarı yapraklar üzerine her bir damla düştüğünde daha da parlaklaşıyor, yağmurun son damlası da doğaya renk katıyordu.

Daracık bir İstanbul sokağının üç katlı ahşap bir evinde ikinci katta dışarıdaki hüzünlenmiş doğaya inat neşenin duvardan duvara çarparak yayılan sesi hâkimdi. Merdivenlerin hemen sağında bulunan odada saatler önce Allah’ın bir lütfu olan melek gibi bir bebek dünyaya gelmişti. İki kız çocuğun ardından, bir erkek çocuk sahibi olmanın mutluluğunu yaşayan çiftin heyecanı evi bir bayram havasına bürümüştü. Kenarları mavi oyalı beyaz çarşafların serildiği yatağın ortasında oturan bir annenin kucağında daha gözleri açılmamış, yumruk olmuş elleriyle bir bebek yatıyordu. Annenin sağında ve solunda meraklı gözlerle kardeşlerine gülümseyen iki kız kardeş… Arkalarında kapının eşiğinde sıcacık bakışlarıyla onları izleyen bir baba. İçinden geçenler sözlerine yansımıştı.

-Küçük dünyamızın en küçük parçası da aramızda artık. Allah ona sağlıklı ve uzun ömür versin. İnşaallah hep beraber daha güzel günler yaşayacağız. Üçüncü kez bu heyecanı yaşamak çok güzel. İyi ki Allah sizi bana vermiş, diyerek iki kızını da öptü ve küçücük oğluna bakarak, iyi ki sen de yanımızdasın oğlum, aramıza hoş geldin, dedi. Dokuz aydır belki de yıllardır beklenen o erkek evlat artık kollarındaydı. Bu sefer farklı bir heyecan duyuyor onu itinayla besliyordu. Mutluluğu içine sığmıyor, oğlunun büyüyeceği, okula gideceği, adam olacağı, aile kuracağı günlerin hayalini ister istemez şimdiden kuruyordu. Oğluyla geçecek olan her günün hayali onu çok mutlu ediyordu. Gün geçtikçe daha da bağlanıyordu bu küçük meleğe. Zarar gelmesin diye gözünü ayırmıyor, bir gülücüğü eksik olmasın diye bin gülücük sunuyordu.

İlk emekleyişi, ilk küçük adımı, ilk ‘anne’ deyişi, her biri farklı bir duygu andırıyordu. Ayağı takılsa bir el tutardı onu; anne eli. Hiçbir zaman elleri, dizleri yere gelmemişti. Hep bir kahraman, hep bir kurtarıcı, bir koruyucu meleği vardı onun. Onu yalnız bırakmayan, ellerini sımsıkı tutan, onu kucaklayan, üşüdüğünde sarıp sarmalayan, uykusunda nefesini dinleyen… Anneydi o, her geçen gün bunu daha çok hissediyordu. Çünkü üçüncü mutluluğu onu daha da bir mesut etmişti.