Yalnızlığın Uçurumunda


Yalnızlık o kadar önemli bir kavram ki şu gözünü açıp kapayıncaya kadar yok olan yaşamda… Anlatılması en güç kelimedir. Farkında olmadan zamanla nasıl yalnızlaştığın gözlerinin önüne gelir. İlk doğumundan başlayan bu evre son nefesine kadar hızlana hızlana devam etmektedir. Düşünün bir; dünyaya ilk geldiğimizde bizlere hoş geldin sözleri öyle samimi bir şekilde söylenir ki sanki hiç yalnız olmayacağız hissine kapılmamıza neden olur. O masumca ilk merhabalaşmadan sonra zamanla kendini göstermeye başlayan bu kavram ilerleyen yaşlarda tamamen manasını hissettirerek bizleri tarifi imkansız bir yıkıma götürür.

Yaşadığımız dünyada her an bir kalabalık içindeyiz fakat kalabalık içinde aslında yalnızlığa oynayan biriyizdir. Bazen o kalabalıkta kendi sesini duyamazken insan yine de yalnızlıktan kurtulamaz. Zaman öyle bir yalnızlığı iliklerine kadar hissettiriyor ki bazen ‘’yalnızlığın uçurumunda’’ ölmek ile yaşamak arasında arafta kalabiliyorsun. Artık yaşama dair hiçbir umut beslemediğin gibi tünelin sonunda bir ışık görmeyi bile hayal etmiyorsun.

Düşünün ki binlerce gülün içinde bir papatyasınız. O kadar kalabalık bir çevrede olmanıza rağmen yine acı son olan yalnızlığın vermiş olduğu mağrur bakışlar ve hüzün dolu yaşlar içindesiniz. Dökülen her yaş damlası aslında oradakilerin hiç birinin umurunda değildir. O an etrafına gözü yaşlı son bir kez daha bakarsın. Sonra yine fark etmeye başlıyorsun ki; omuzuna yaslanıp ağlayacağım kimse yok.
Yalnızlığın en kötü yanı da ne biliyor musunuz? Her tarafınızda insan seli olmasına rağmen herkesin tek bir çıkar yerine kişisel çıkarlarına boyun eğmiş olmasıdır. Doğada hiçbir varlık insan oğlu gibi değil nedense. Merak ettiğim bir şeyde şu ki; insan düşünen ve mantığıyla hareket eden bir varlıkken kalabalıklar içinde hala yalnızsa eğer, kusura bakmayın dünyanın varoluşundan beri biz kendimizi kandırmışız.
Yalnızlığın vermiş olduğu kederi herkes kişisel olarak tüm benliğinde hissetmesine rağmen hala bunun için bir savaş verilmiyorsa, zaten herkesin yalnız olması kaçınılmazdır. Yedi milyar insan arasında hala yalnız isek bu işin asıl sorumlusu böyle düşünen bizlerdir. Sen eğer yalnızım diyorsan, ben yalnızım diyorsam, o yalnızım diyorsa, bizler bir bütün olarak kalabalık içinde birer robottan farksız, duygusuz ve manasız bir şekilde yaşamaya mahkumuzdur. Elini uzattığında elini kimse tutmuyorsa zaten artık neden yaşamalı ki bu yalnızların mesken edildiği cihanda?
Hayvanlar bile grup halinde yaşarken, birbirleri için umut beslerken, biz insanoğulları neden durmadan birbirimize yabancı olup birbirimizden nefret ediyor ve karşımızdaki insan değilmiş gibi muamele edip yalnızlaşıyoruz. Bırakın yurttaş olmayı artık bir evin çatısının altında bile yapayalnız olmaktan kurtulamıyoruz. Acaba nedenleri tartışmak gerekmez mi? Sorulması gereken soruların sorulmasının zamanı gelmedi mi sizce de?
Neden yalnızım, neden yalnızız, neden insanlar birbirine yabancı, yalnızlık nedir, yalnız mıyız, kime göre-neye göre yalnızız? İşte bu soruların cevabında yatıyor neden yalnız olduğumuz. Öncelikle kendi benliğimizden başlayarak, bu soruları kendimize sorup cevapladıktan sonra genele yayıp bu problemli yalnızlık kavramından kurtulmamız gerekiyor. Herkes "Ben neden yalnızım?" derse,  istemeden de olsa kendini yalnızlığa kelepçeliyordur. Senin düşüncen sanıyorsun ki sadece senin hayatını ilgilendiriyor ama öyle değil. Senin verdiğin her karar öncelikle yakındakinden başlayıp sırasıyla dünyadaki son insana kadar etki ediyor. İşte yalnızlığın temelinde bizlerin o masumca kullandığı ama hiç masum olmayan kavramlar yatıyor. Sen kendini toparladıktan sonra yavaş yavaş o medeniyetin bir parçası olarak yayılmaya başlayacak ve artık yalnızım demeyeceğin günlere erişmiş olacaksın. Yalnızlığın uçurumundan işte ancak böyle kurtulabiliriz.