Bir Yudum

-Süleyman abi çaylar hazır mı? Parıl parıl parıldayan çay bardaklarında saçıma yeni imajını kazandırdıktan sonra çay bardaklarımı tepsinin içinde bir takım gibi dizip içlerine tavşankanı çayı doldurmak için elimle fokur fokur kaynayan demliği kavrayıp, bir baklavacının çam fıstıklarını serpme sanatını çay bardaklarına sevgi demlerini serpiştirirken sanatımı icra etme hazzını yaşatıyordu Yüce Allah. Suyla beraber sıcak ve akışkan olan çay, insanı hazırlarken bile rahatlatıcı etkiyi vermekten geri kalmıyordu. Çayın kendisini oluşturan tavşankanını tutturduktan sonra kaşığıyla taçlandırmanın vakti geldi. Pırıl pırıl beyazın siyah tonlarla harmanlandığı kaşıkları kırmızının hâkim olduğu sıcak içeceğin içerisine bıraktım. Kaşığı olur da şekeri olmaz mı? Tabi ki de olur. 

Çayın süsü ve kimileri için vazgeçilmez olan şekerleri de çayın yanına getirdikten sonra bizim çırak Hüseyin’e seslenme ihtiyacı hissederek –Çaylar hazır! Nidasını patlatıp kendimi çayın vazgeçilmez seslerinden karıştırma senfonisini dinleyip huzurun basamaklarına tırmanıyordum. Tırmanışımın zirvesinde tek olmanın özgüveni ve yalnızlığıyla karışık bir ruh halinin içinde buluverdim kendimi. Farklı duyguların çarpıştığı zirvemde hayallerimle baş başayken bir anda bir ses beni kendime getirmeye yetti. –Süleyman abi bir kaçak buldum. 

Şaşırmış gözlerle Hüseyin’in yakaladığı kaçağa bakıyordum. Sekiz dokuz yaşlarında sarı saçlı, yeşil gözleriyle bana masum masum bakıyordu kaçak. Hüseyin’e otoriter bir patron edasıyla –Çocuğu masaya oturt geliyorum. Hüseyin komutanından emir almış er gibi hemen görevini yerine getirmeye gitti. Çocuğu masaya oturttuktan sonra Hüseyin’in kahverengi gözlerine bakarak –Ne yaptı bu kaçak? Hüseyin olayı yeni bir polis memurunun heyecanıyla amirine anlatma çabasına girmişti bile. –Abi bardakları taşımak için en arkadaki masaya gittim. Orada iki çay kaşığı eksik ve şekerler de gitmişti abi. Dedim nereye gider bunlar. Hayaletler götürecek hali yok ya dedim. O sırada yavaş yavaş sıyrılmaya çalışan bu küçük gözüme ilişti ve dur dedim. –Durdu mu? –Durdu tabi abi. Ben derim de durmaz mı? Bu çocuğun kendine olan fazla özgüveni beni güldürmekten öteye götüremiyordu. –Tabi durur Hüseyin. Bunu yapmaya neden ihtiyaç duymuş sordun mu peki? –Abi aslında soracaktım ama bunu kendime ve sana saygısızlık olacağını düşündüğüm için bu sorguyu sana bırakma gereğini duydum. –Zahmet etmişsiniz efendim. Küçücük olan göz bebekleri büyüyerek –Hı! Dedi ben de bunu tamamlama gereği duyarak –Zıt Erenköy! Dedikten sonra Hüseyin’e iki tane tavşankanı çayı yapmasını ve tepsiyi bana vermesini söyledim. Tabi bizim Hüseyin olur mu abi ben getiririm diyordu ama kendi otoriterliğimi demliğin üstüne yerleştirince susma durumuna geçti. 

İki tavşankanı bir de yanlarında Isparta’dan getirdiğim gül lokumlarıyla servisimi bizim kaçağa yaptım. Yeşil gözleriyle şaşırarak –Teşekkür ederim amca. Dedi. Ona kaşlarımı çatarak –Ne amcası oğlum ben daha gencim diyerek inci tanesi dişlerini sahneye çıkarmayı başardım. Tavşankanını önüne uzatarak –Al bakalım yanına da gül lokumu ikramımız. Adın ne senin? Çocuk çok garipseyen ama aynı zamanda mutlu olan bir ifadeyle –Adım Kadir. –Demek adın Kadir. Ne de güzel ismin var. Okula gidiyor musun Kadir? –Evet. –Nasıl gidiyor derslerin iyi mi? Yemyeşil gözleri ışıldayarak ve tavşankanından bir yudum alarak –Çok iyi dedi. –Aferin Kadir. Büyüyünce ne olacaksın? Hiç düşünmeden son derece kararlı bir şekilde – Otomotiv mühendisi olacağım. –Ne kadar güzel. Nerede oturuyorsun? –Hemen aşağı sokakta. Aşağı sokak durumu çok zor olanların yaşadığı bir mahalle. –Böyle çok soru soruyorum ama bana kızmıyorsun değil mi? Güler yüzlü bakışlarıyla –Hayır. Ama ben de size bir soru sormak istiyorum? 

Doğrusunu söylemek gerekirse böyle bir cevap beklemiyordum. Şaşırmış bir ifadeyle –Tabi. Dedim. –Abi senin dükkanının mallarını aşırmaya kalktım ama sen bana neden bu kadar iyi davranıyorsun? –Kaç yaşındasın? Soruya soruyla karşılık verince şaşırmış bir ifadeyle –Sekiz. Dedi. –Yaptığının yanlış olduğunu biliyor musun? Şaşkın gözlerle –Evet. –Peki, bunu neden yaptığını biliyor musun? –Maalesef evet. –Neden yaptın peki? – Evimizde şeker, çay kaşığı vb. eşyalar yok. Ekmek parasını zor buluyoruz. Kimse iş de vermiyor yaşım küçük diye. Ben de çalmak zorunda kalıyorum. Ciddi bir ses tonu ve kararlı bakışlarla yemyeşil gözlerine bakarak – Peki, sana burada bir iş teklif etsem. Gelip çalışır mısın? Küçücük göz bebeklerindeki ışık büyüyerek –Evet abi. Çalışırım. Allah senden razı olsun. Elinden tutarak bizim Hüseyin’in yanına kaçağı getirerek yeni çırağımızı tanıştırdım. Çalışmaya başladıktan sonra Hüseyin yanıma gelerek –Abi, bu çocuğu niye yanımıza aldık? –Neden almayalım Hüseyin? –Abi bizim mallarımızı aşırmaya çalıştı. –Sana göre malları aşıran çalışamaz yani öyle mi? Kendinden emin bir şekilde –Evet abi. Çalışamaz. Gözlerinin içine ateşli bir kararlılıkla bakarak –Zamanında ben de az aşırmadım Hüseyin. Ama rahmetli Hasan abi yaptığımın yanlış olduğunu ve ekmeğimi alın terimle kazanmam gerektiğini öğretti. En azından bu çocuk yaptığının yanlış olduğunu biliyor. Önemli olan batağa batmış birini yerin dibine sokmak değil onu o bataktan çıkarmaktır Hüseyin.