Yolculuk Nereye

Uykumun en derin noktasında camın başımı titretmesiyle gözümü bir dinlenme tesisin önünde açıyorum. Otobüsün büyük kapıları açılıp, muavinin yirmi dakika ihtiyaç molası anonsunu duyunca içime biraz ferahlık damlıyordu. Otobüsün içindeki basık havadan çıkıp bol oksijene kavuşucunca ciğerlerim bayram ediyordu. Herkes bu kısa aranın içinde tuvalet ve karnını doyurmanın peşine düşerken ben temiz oksijeni içime çekerek ciğerlerimi doyurmanın peşindeydim.

Bu kadar temiz havayı aldıktan sonra bu kısa arada önce tuvalet ihtiyacı sonra da midenin isteklerini yerine getirme zamanı geldiğini düşünüyordum. Tuvaletçiye bir Türk Lirasını verirken gözlerinin içindeki ifadede adeta ‘Bir daha bekleriz’ yazıyordu. Ben de inşallah bir daha yolum düşmez diye düşünürken midemden gelen uyarı, bu boş polemiği bir an önce bitirmem gerektiğini söylüyordu. Tuvaletten çıkıp lokantanın yolunu tuttum. Gözüme kestirdiğim orta sıralarda olan bir masaya yerleşip sipariş vermek için garson bekleme sürecine girdim. Biraz bekledikten sonra garsondan o çok sevdiğim ezogelini getirmesini söyledim. Aradan on dakika geçtikten sonra ezogelinimin sıcak enfes kokusunu ciğerlerime çekiyordum ve yanında olmazsa olmazı limonun da farklı kokusuyla bu ikilinin harika bir çift olduğu gözler önüne seriliyordu.

Çorbamı büyük bir iştahla yudumlarken karşıma elli altmış yaş arası kafasında beresi ve beyaz sakallarıyla karizma yapmış amcam karşımda sahne almaya başlamıştı. –Afiyet olsun yeğen. –Sana da afiyet olsun amca. –Nerelisin? Aha gene başlamıştık memleket sorularıyla açılan muhabbetlere –İstanbul amca. İstanbul deyince gözleri parlamaya başladı. Eski anılarını mı hatırlıyordu acaba? –İstanbul ha. Hayatımın dönüm noktası olan iki kıtanın birbirlerine hasretle yandığı tarihin bitmeyen sayfalarına ev sahipliği yapan dünyanın gözdesi İstanbul. –Amca ismin nedir? –Nusret. Nusret mi? Nusret bana bir yerden tanıdık geliyor. Kafamda soruları art arda sorarken ne durumda olduğumu anlayarak –Hayırdır! Düşünceler deryasında dümenini kaptırdın gidiyorsun yeğen. Aklında hangi labirentin içinde gezinti yapıyorsun? –Amca senin ismin biraz aklımı karıştırdı. Şaşkın bir tavırla –Nasıl yani? –Yani diyorum ki Nusret ismi bana bir yerden tanıdık geliyor ama bir türlü çıkaramıyorum. İsminin anlamı ne demek?

Yüzünde babacan bir tebessüm tavrıyla –Yeğen Nusret'i bilmiyor musun? Benimle alay ediyor herhalde diyerek sorumu bir daha tekrarladım –Yok amca bilmiyorum. Bilsem dakikalardır isminin manasını bulmaya çalışır mıyım? –Haklısın yeğen. Bende de kabahat var. Senin bu ismi nereden hatırladığını söyleyeyim mi? Meraklı bir şekilde –Evet! Dedim. –Yeğen benim ismim Çanakkale Zaferi'nde yabancı zırhlıları sonunu hazırlayan Nusret Mayın Gemisi'nin adı. Babam da bu olaydan çok etkilenince benim ismimi Nusret koymuş.

Jeton yeni düştü. Şimdi hatırladım en son tarih dersinde sınıfı geçmek için ezberlemiştim. Demek ki aklımın bir köşesine takılmış. Bunları düşünürken amcam bir soru daha patlattı. –Seyit onbaşıyı ve Çanakkale Zaferinin manasını biliyorsun herhalde yeğen? Üzgün bir tavırla –Hayır amca. Bilmiyorum. Kafasını yenilmiş bir oyuncu gibi sallayarak –Yolculuk nereye? Adeta üzerimden soğuk bir su dökülmüş bir şokla –Sivas'a. –Onu demiyorum yeğen. –Yolculuk nereye? –Amca Sivas'a. –Yeğen soruyu iyi düşün. Soruyu düşünüyorum düşünüyorum cevabı bulamıyorum. –Amcam mola bitmek üzere hadi cevabı söyle de meraktan çatlatma beni. –Sorduğum sorunun cevabı dışarıda yeğen. –Nasıl dışarıda? –Zifiri karanlığı görüyor musun? –Evet. –Senin yolculuğun zifiri karanlığa doğru yol alıyor yeğen. Sinirli bir şekilde –Ne diyorsun amca? Benimle dalga mı geçiyorsun? –Kalkan elimi aşağıya indirerek, bugün geçmişini bilmeyen insan zifiri karanlıkta gitmeye benzer. Çünkü geçmişini bilmezsen geleceğine yön veremezsin. Sonra da şu soruyla karşılaşırsın: Ben nereye yolculuk ediyorum acaba?