Gözlerindeki Kıvılcım

Ofise girdiğimde saat dokuzdu. Her zamanki gibi geç kalmıştım. Yapılacak bir ton iş ve patrondan yenecek bir de fırçamız vardı. Odama girip bilgisayarımın başlat tuşuna basıp açılma seremonisini bekliyordum. Arkama yaslanmış rahat bir şekilde dün gördüğüm kızı aklıma getiriyordum. Kızıl saçlı, bir yetmiş boylarında, gözleri yeşil, alımlı saçlarıyla adeta büyülenmiştim. Derken bir anda telefonuma metin mesajı geldi. Mesaj acaba hangi kızdan geliyordu? Dur bir tahmin edeyim. Sibel mi acaba? Yok yok. Geçen gün bütün sülaleme sövdü. Gizem mi? Yok o da olamaz. Bela üstüne bela okudu. Leyla? O hiç olamaz beni Gizem ile kafeteryada bastı. Hem o çok gururludur. O zaman kim ya?

Bu sorunun cevabını ancak elektronik ortamdaki zarfı açarak öğrenebilirim. Büyük bir merakla zarfı açtım. Mesajda: Çabuk odama gel seni zampara yazıyordu. Kimden geldiğin tahmin ediyorsunuzdur. Tabi ki de müdürümden. Kravatımı düzeltip kırışık gömleğimi düzleştirmeye çalıştıktan sonra müdürümün kapısına gelip derin bir nefes alıyorum. Aklımı soru işaretleriyle doldurmuşçasına kapıyı tıklatıp soluğu içeride alıyorum. Müdürün kendine has uzun burnu, büyük kaşları, limon suyuyla harmanlamış saçları ve ağır bir tütün kolonyası kokusu beni odada ezercesine ağırlıyordu. –Evladım sen laftan anlamaz mısın? –Affedersiniz müdürüm. Laf derken?

Sinirli bir şekilde –Bana kelime oyunu yapma Vedat. Neden geç kalıyorsun evladım? –Müdürüm uyuya kalmışım. Biraz geç yatıyorum da. –Ulan bize ne geç yatıyorsan. Yatsana erkenden diyeceğim. Olmaz. Neden olmaz? Çünkü meşgul adamsın. Bütün herkes senin ününü duydu ofiste zaten. - Aman müdürüm biz kim üne kavuşmak kim. Bir de hoşuna gitti hergelenin tavrıyla bakarak – Oğlum sen beni çok zorluyorsun. Oğlum benim senden istediğim tek bir şey var. Şu şirkete erken gel. Tamam mı evladım? –Tamam müdürüm. İzniniz olursa çıkabilir miyim?  Yapılacak işlerim var da. Kinayeli bir gülüşle –Vayy! Meşgulsünüz yani Vedat Bey. Sizi işinizden alı koymak ne haddime benim.

Tam cevap verecektim ki elini "hadi bir daha gözüme gözükme" dercesine kapıya doğru yönlendirdi. Günlük fırça kotamı doldurduktan sonra adımlarımı odama doğru hızlı bir şekilde yönlendirdim. Odama girdiğim zaman masanın üzerindeki zarf dikkatimi çekti. Kim bırakmıştı acaba? Zarfı açtığım zaman küçük bir not çıktı. Notta "Senin gözlerine baktığımda beni sev dercesine haykırdım!" yazıyordu. İsim olarak da bir takma ad kullanılmıştı. Gözlerindeki kıvılcım. Böyle takma ad mı olurdu ya?

Neyse takma adın güzel veya kötü olduğunu bırakıp bu gizemli kızın kim olduğunu merak etmeye başlamıştım. Keşke dün gördüğüm kız çıksaydı. Bu düşüncelerle aklımı meşgul ederken bir metin mesajı daha geldi. Herhalde bankaların müşterileri nasıl tavlarız tarzı mesajlarından değildir inşallah diyerek açtım elektronik zarfı. Nasılsın erkeğim yazıyordu mesajda. Ne oluyordu lan! Bütün manyaklar beni mi buluyordu. Mesajın altındaki takma adı tahmin edin bakalım, eminim yanılmayacaksınız. Ben de cevap olarak –İyiyim kıvılcımım. Seninle bir yerlerde bir şeyler içmeye ne dersin?

Mesaj üç dakika sonra geldi. Önce biraz seninle mesajlaşmak istiyorum tatlım yazıyordu. Ben de tamam mesajı yolladım. Tam bir hafta boyunca bu kızla mesajlaştık. Hayatımda ilk defa ilişkimden keyif almaya başlamıştım. Genellikle kızları dımdızlak bırakan bendim. Hepsinden sıkılırdım kısa sürede. Ama ilk defa içimde benim de bilmediğim bir kıvılcımlar oluşmaya başladı. Bugün esrarlı sevgilimle buluşma günü. Ne kadar heyecanlıyım anlatamam size. Gömleğimi ütüledim, blazer ceketimi üstüme oturttum. En sevdiğim parfümümü sıktım. Saçlarımı jöleleyip şekil verdim. Tam tamına hazırdım. Heyecandan garsondan su istedim. Ben buz gibi suyumu yudumlarken lokantaya taş gibi bir kız geldi. Benim masama doğru yönlendi işte bu dedim ama yandaki masaya oturdu. Bu değildi. Eminim bu kızdan daha güzel olurdu. Uzun boylu sarışın, küçük dudaklı Antep fıstığı lokantaya giriş yaptı.

Adeta bir istihbaratçı edasıyla kızı süzüyordum. Herhalde bu dedim. Ama bu da değildi. Karşı masaya oturdu. Bekliyorum bekliyorum bir türlü gelmiyor. Artık masadan kalkma kararını vermek üzereyken bir taş ve Antep fıstığından daha güzel bir at geldi masama. Kızıl saçlı bir yetmiş boylarında evet! Bu geçen hafta gördüğüm kız. Hemen ayağa kalkarak –Hoş geldiniz. İsmim Vedat. –Hoş bulduk. İsmimi siz daha iyi biliyorsunuz. Dedi ama sesi normal kızlardan biraz tuhaftı.- Otursanıza. Diyerek sandalyeyi oturması için çektim. Oturduktan sonra karşısına geçip sohbete girmek istedim ama o sohbete direk girmeyi tercih etti. –Siz çok çapkınmışsınız duyduğuma göre? –Nereden çıkarıyorsunuz hanımefendi. Ben gayet sakin bir yaşantısı olan sıradan bir adamım. –Ben pek öyle duymadım ama. Tedirgin bir tavırla neymiş o duyduklarınız? Dedim. –Ben konuşmayayım kızlar konuşsun dedi. Sert erkeksi bir sesle ve asıl bomba geliyor kafasındaki peruğu ve göğüslerindeki portakalları çıkardı. Elim ayağım titremeye başladı.

Lokantaya bir anda Sibel, Gizem ve Leyla girdi. Ne olduğunu anlayamıyordum. Hepsi birden hayvannn! Diyerek tokatları yapıştırıp sana müstahaktır dediler. Karşımdaki at oldu size yarma bir de ondan bir kroşe yedikten sonra uyandım. Kan ter içindeydim. Nefes nefese kalmıştım. Aman Allah'ım gördüğüm bir rüyaymış. Saate baktım dokuz! Hemen giyinip işin yolunu tuttum.